Duygu Aydoğan; Büyükdere35’te 2 Aralık’ta açılan “Kapsül” adlı sergisinde kendisini bir kapsülün içinde geleceğe saklayan bir insan formundan yola çıkarak belki de geleceğe bir fosil ya da kalıntı bir varlık olarak temellük etmeye niyet eden insanlığın makûs talihine, benmerkezci kaderine bir bakış açısı sunuyor. Polimer kil, epoksi reçine, organik çiçek ve otlar ile birlikte ve çok malzemeli pratiklerin kullanılmasıyla oluşturulan eserler insanlığa dair, fosilleşen geçmiş ve gelecekteki arayışlar gibi ucu açık sorular etrafında kurgulanıyor.
- Duygu öncelikle bir sanatçı olarak sizi tanıyalım. Kariyeriniz nasıl başladı?
“Sanatçı” olarak kariyerim, yeni mezun sanatçı adaylarını bir araya getiren Base’in 2018 yılındaki edisyonunda yer almamla başladı diyebilirim. Elbette 2018 yılı öncesinde de sürekli üreten biriydim, ancak bu üretim akademik eğitimle beraber ilerliyordu. Kendi atölye koşullarını oluşturmuş, bağımsız üretim yapabilen bir sanatçı olma başlangıcım 2018 yılına tarihleniyor. 2020 yılında “Başka Yer” isimli ilk kişisel sergimi yaptım. 2022 yılında ise seninle de birlikte çalıştığımız ikinci kişisel sergim olan “Kapsül” sergisini gerçekleştirdim.
- Genel olarak üretim pratiğinizi kavramsal ve formal açıdan betimleyebilir misiniz?
Üretim pratiğim kavramsal olarak “yok oluş̧, insan merkezcilik, türler arası ilişkiler, insan sonrası” gibi konuların etrafında şekilleniyor. İnsan merkezcilik eleştirisi, hayvan ve insanlık tarihi gibi konular ilgimi çekiyor. Görsel olarak da bu konularla ilişkili görsellikler sunan paleontoloji ve doğa tarihi müzeleri gibi yerlere, amber taşları vs. gibi materyallere sıklıkla bakıyorum. Aynı zamanda farklı üretim pratiklerine sahip ancak benzer konulara ilgi duyan sanatçılar da elbette pratiğimi şekillendirmemde etkili oluyor.
- Büyükdere35’te izlediğimiz “Kapsül” serginiz pratiğinizin en güçlü yanlarını izleyiciye sunuyor. “Kapsül”ün üretim süreci, yola çıkışı nasıl oldu?
“Kapsül”, hem doğal hem de yapay olmak üzere pek çok anlam üreten bir kelime. Biyolojideki anlamını düşündüğümüzde, bitkilerde ya da parazitlerde canlıyı çevreleyip saran deri gibi dış bir katman… Başka canlı türlerinin yaşadığı, organize olduğu simbiyotik bir alan… Diğer bir yönüyle varlığı öteki olandan, diğerinden ayıran bir sınır… Aynı zamanda bilimkurgu yapıtlarında da sıklıkla kullanılan bir şey; içinde saklanılan, hibernasyonda, uzay yolculuklarında vs.
“Kapsül”ün, sahip olduğu bütün bu anlamlar nedeniyle, üretimlerim ve bu sergi için kapsayıcı bir isim olacağını düşündüm. Çünkü epoksi içinde dondurulmuş figürler de birer kapsül içinde gibiler. Yine canlı ve cansızlık üzerine yarattığı muğlak anlamlar da heykellerdeki belirsizlikle örtüşüyordu. Bu anlamda sergi hâlihazırda ürettiğim heykel serisini tanımlamaya çalışarak başladı. Bu serinin devamı niteliğindeki örneklerin yanı sıra iki yeni serinin de eklenmesiyle mevcut hâline ulaştı.
- Aslında dondurulmuş gibi görünen heykellerinizin yer aldığı, iki ve üç boyut arasında titizlikle hazırlanmış rölyef olarak nitelendirebileceğimiz epoksi ile birlikte karışık malzemeden eserleriniz burada karşımıza çıkıyor. Heykellerin donuk, katı ve fosilleşmiş, geleceğe saklanmış gibi görünen hâlleri ile birlikte malzeme seçkiniz, onu kullanma metodolojiniz nasıl şekilleniyor?
İşlerin nihai görüntüsüne ulaşması pek çok malzemenin bir arada kullanılmasıyla oluyor. Biraz heykel, biraz da resim gibi bir üretim süreci var. Polimer kilden elle şekillendirdiğim heykelleri, akrilik boya ile boyuyorum. Sonrasında heykelleri yine akrilikle boyadığım yüzeylere yerleştirip epoksi reçine döküyorum. Bu süreçte kimi zaman kurutulmuş çiçekler, otlar vs. gibi organik materyaller de kullandığım oluyor.
- Bu heykeller bir suyun içinde uyuyakalmış gibi cansız ve sessiz biçimde izleniyor. Üstünden uzun bir süre geçmiş ve sanki içinde kaldıkları kapsülden uyanacaklarmış gibi bir sezgi sunuyorlar. Buradaki figürlerin içeriği, kavramsal çarpışması nasıl aktarılıyor?
Figürler; bir amber taşının içinde donmuş, bir bataklıkta fosilleşmiş ya da paleontoloji müzesinde sergilenen bir canlı türü gibi diyebiliriz. İnsanlardan önceki dünyadan kalan parçalar gibi, heykeller de Antroposen’den geriye kalan parçalardan oluşuyor. Bu yüzden bazı bölümlerini görüyorken bazı kısımlarını göremiyoruz.
- Bu figürler nereden geliyor, kim, çevrenizdeki kişiler diyebilir miyiz?
Çevremdeki bir kişi ya da bir modeli yansıtan figürler olduklarını söyleyemem. Elbette yaparken bazı referans görseller kullanıyorum, heykelleri daha doğru şekillendirebilmek adına. Ancak zaten oldukça sabit figürler bunlar ve psikolojik anlamlar üretecek fazla abartılı, anlam yüklü figürlerden kaçınıyorum. Dolayısıyla çok çeşitli bir figür arayışım olmuyor.
- “Kapsül” serginizde yeni bir seri olarak fosilleşmiş bitki böcek gibi kalıntıların göründüğü yapıtlarınız da izleniyor. Buradaki yaklaşımdan, kavramsal bağdan söz eder misiniz?
Evet, Fosil serisi sergiye yeni olarak eklenen bir seri. Belki teknik olarak diğer işlerden ayrı bir görüntüde olabilirler. Ancak tabii diğer işlerin kavramsal olarak devamı niteliğindeler, bütünüyle bağımsız işler değil bunlar. Fosil serisi çeşitli iz fosili ya da kalıntı görüntülerinin dijital manipülasyonla çeşitlendirilip; transfer, akrilik ve sulu boya yardımıyla yapıldığı bir resim serisi. Heykellerin çıkış noktası olan gelecekte “kalıntı olma” ihtimali, resimlerde geçmişten günümüze kalan fosil görüntüleriyle devam ediyor.
“İnsanı, hayvanlardan yapay zekaya uzanan bir skalada, yeniden bir açıklık içerisinde düşünme” fikri bu iki seriyi birbirine bağlıyor. Fosil serisi uzak geçmişin parçalarını yansıtırken, bir yönüyle insan figürleri de çağdaş dünyanın parçalarını yansıtıyor. Ve insan bu skalada geçmişte fosili yansıtılan türlerle eşitleniyor.