Emre Ezelli ile geçmiş sergilerinden yola çıkarak, üretim sürecinde malzemeleriyle kurduğu
ilişkiyi ve gelecek projeleri üzerine konuştuk.
Farklı disiplinlerde çalışan, tasarım yönü kuvvetli bir sanatçısın. Almış olduğun
eğitimleri de göz önünde bulundurursak, farklı alanlarda iş deneyimlerin olmuş.
Edinmiş olduğun bu deneyimler üretimine nasıl bir katkı sağlıyor? Çalışmalarında
kullanmış olduğun malzeme seçimlerine nasıl bir etkisi var?
Sanat eğitimime 2005 yılında Bodrum’da Muğla Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde
başladım. Sonrasında kısa bir dönem Floransa’da eğitim alma şansım oldu. Fakat
küçüklüğümden beri yanımdan kırmızı kalemimi ve suluboya defterimi hiç ayırmadığımı
rahatlıkla söyleyebilirim. Mesela web sayfamda “childhood” sekmesi bulunuyor, burada da
çocukken yaptığım resimler mevcut ve en sık ziyaret edilen sekme diyebilirim.
Farklı alanlardaki çalışma deneyimlerimi şöyle özetlemek isterim; öğrencilik hayatım biter
bitmez İstanbul’a gelerek İtalya’nın efsane motosiklet markası “Vespa” için hem Türkiye’de
hem de İtalya’da “marketing artist” olarak çalıştım. Sonrasında da Dominik Cumhuriyeti’nde
Tv8 bünyesinde oyun tasarımı ve sanat yönetmenliği yaptım. Bu deneyimlerim, 2 boyutlu ve
3 boyutlu tasarıma olan tutkumu günden güne pekiştirerek besledi. Aynı zamanda malzeme
seçimi ve renk kullanım konusunda ise ayağı yere basan hayalperest kararlar vermemi
sağladı. Her ne kadar geleneksel malzemeleri kullanmaya yönelik eğitim almış olsam da,
biriktirdiğim malzemelerimin dokusunu ve karakterini kaybetmeden nasıl sunabileceğim
konusunda ehlileştiriyor. Tüm bu saydığım etkenler, malzeme seçimine duyduğum özen zaman içerisinde katlanarak
arttı. Bundan hiç şikayetçi değilim ve heykeltıraş olarak tasarım alanında çalışmak beni hem
besliyor hem de keyiflendiriyor diyebilirim, bu sebeple hazırlıklarımı yaparken en çok zamanı
malzeme seçimine ayırıyorum. Bulduğum malzemeleri temizleyip ve/veya düzenleyip
atölyemde bekletiyorum ta ki beni yapmak istediklerime ulaştırana kadar… Bu süreç ise şuna
benziyor; kargalar yolda görüp buldukları renkli ve parlak şeyleri yuvalarına getirirler ve
sonrasın da onların arasında yaşarlar…
“Yolunda Gitmeyen Şeyler Var” ve “Olmayan Yer / Lathmos” isimli sergilerin
arasında nasıl bir bağ var, birbirini devamı niteliğinde diyebilir miyiz? Kullandığın
parça sayılarının (“Yolunda Gitmeyen Şeyler Var” 500 parça, “Olmayan Yer /
Lathmos” 1100 + 28 parça) özellikle belirtilmesinin bir anlamı var mı?
“Yolunda gitmeyen şeyler var” öğrenciyken heyecan ile yola çıktığım bir projemdi, kurgu
olarak evcilleştirilmiş hayvanlar üzerine temellendirdiğim bir konsept iken “Olmayan Yer”
bir motosiklet gezimde tesadüfen keşfettiğim Lathmos / Heraklia uygarlığından esinlenerek
daha karakter betimlemelerimin üstüne kurguladığım bir seri oldu.
İki sergi de birbirlerinin ise ne içinde ne de dışında diyebilirim, ikisinde de benzer malzemeyi
ve tekniği kullandığım için benzerliklerinin keskin olduğunu kabul ediyorum fakat alt
metinlerinde ise herhangi bir benzerlik olduğunu söyleyemeyeceğim. “Yolunda Gitmeyen
Şeyler Var” yaklaşık 500 parça iken bir sonraki “Olmayan Yer” sergimde neredeyse iki katı
figür (piyon) üretmiştim. Bunun sebebi ise; ilk sergide bağımsız olarak sergilediğim bir iş
vardı, “Topluluk” ve sergilendikten sonra hemen anlamını güçlendirmek ve farklı bir rol ile
tekrar oyuna sokmak düşüncesi ile yeniden malzeme toplamaya başladım. İlk başlarda
endişelenmiştim ilk kullandığım malzemenin renk tonunu ve aromasını yakalayabilir miyim
acaba diye… Sonrasında da deniz tuzu + klorak kullanarak eskitmeye çalıştım, birbirleri ile
uyumlu olması için de aralarındaki kaynakları yeniledim, güçlendirdim.
İlk kişisel serginden bu yana çalışmaların çoğunlukla heykellerden oluşuyor. Viyana’da
gerçekleşen “Dikotomi” isimli son kişisel serginde ise sadece kolaja yer vermişsin. Bu
evrilme sürecinden biraz bahseder misin?
3 boyutlu çalışmayı çok seviyorum, heykel eğitimi almış olmam buna büyük etken. Mesela ilk
sergilerimde daha çok geleneksel malzemelerin biçimlerinden ve dokularından yararlanırken,
Dikotomi’de yer alan çalışmalarıma ise tek başınayken anlatımı pek kuvvetli olmayan
malzemelerin bir araya gelmesi ile yeni bir hacim kazandırmıştım.
Yani şöyle söyleyebilirim; Dikotomi’de tek sesli bir enstrümandan çok sesli bir müziğe
geçmeye çalıştım.
-Kolajlarında özellikle dikkat çeken bazı detaylar var. Kullanmış olduğun figürlerde
çoğunlukla kendine yer vermenin özel bir anlamı var mı? Etiket makinesini tercih etme
sebebin nedir?
Kullandığım figürlerin bazılarında arkadaşlarımın gözünden çekilmiş olan fotoğraflarım yer
alıyor. Hikayelerin ana başlıkları ise okuduğum kitaplardan, izlediğim kısa videolardan,
tiyatro oyunlarından ve gündelik hayatımda yapmış olduğum gözlemlerden çıkardığım alt
metinlerden oluşuyor. Kolajlarımda kendime yer vermemin nedeni ise; beni anlatmasından
ziyade içinde bulunduğum hikayeleri kendi penceremden göstermeye ve betimlemeye
çalışmak.
Mesela “Dikotomi” sergimi yapmadan önce, karakter tasarımlarımı kendi şirketimin adı
altında “start-up” projem için bir 10 bölümlük animasyon çizgi film olarak sunum haline
getirdim ve “story-board” ile yatırımcılarıma sunmuştum. Bu projemi değerlendirmek için
zamana ihtiyaçları olduğunu ve yapmak istediğim içerik için kullanabileceğimiz bir zemin
olmadığından bahsetmişlerdi. Bende yaptığım story-board’a defterime not aldığım alt
metinleri, kütüphanemde dosyalama yapmak için kullandığım etiket makinesi ile malzemeye
dökerek atölyemde biriktirdiğim kağıt ve karton malzemeler ile kompozisyonlar yaratmaya
çalıştım. Tesadüfen elime geçen Chris Jenks’in “Temel Dikotomiler” kitabını okurken ise
paradokslar ile ilgilenmeye başlayınca da hepsi bir temele oturdu.
“Tutarsız Monolog” nasıl ortaya çıktı, “Dikotomi” ile hangi noktada birleşiyor?
Tutarsız monolog, daha önce “Dikotomi” ve “Bulanık Deneyim” adlı performans
etkinliklerimin devamıydı. Dikotomi’nin alt metnine baktığımızda aslında bir kararsızlık
ve/veya kararın sorgulanması üzerine bir kurgu yapmıştım. Tutarsız Monolog ’da ise
Dikotomi’ye paralel olarak kendimizi her sabah tuvalet aynasında sorguluyor olmamız
üzerine yoğunlaştım. Taban tabana zıt değiller fakat ikisi de “sorgulama” Anahtar kelimesi ile
aklımda kurguladığım proje bütününün kapısını açıyor. Bu performans etkinliklerimi ise kısa
film haline getirerek deneysel bir biçimde kurgulayarak birleştiriyorum.
Bu projemde ana bir konuyu farklı yaklaşımlar ile ele almak üzere alt metinlerini ve
içeriklerini yazdığım 13 performans etkinliğim daha bulunuyor, bu sene içerisinde
planlarımdan biri de hepsini olmasa bile çoğunu kaydedip paylaşmak.
Röportaj için teşekkürler.